Resul Dindar: “Karadeniz meyve vermeyen bir elma ağacı gibi oldu.”
Karmate’den tanıdığımız Resul Dindar, solo albümü ‘Divane’ ile karşımızda. Doğa katliamına dikkat çeken Dindar’in albümünde beş dilden şarkılar var.
Onu en son, 23 Karadenizli müzisyenle birlikte, doğa talanına bir şarkıyla tepki verdikleri ‘Diren Karadeniz’de görmüştüm. İlk solo albümü ‘Divane’yi konuşmak için bir araya geldiğimizde, sormadan edemedim: “Karadeniz demek, direniş demek mi?” “Hayır” dedi; “benim için doğa demek.” Ama direniş mevzuunu da es geçmedi hemen: “Yerinde direniş pek yok, HES projesi varsa burada (İstanbul) mücadele , burada dile getirme çabası var; yerinde kimse yok. Sorun bence yerinde çözülmeli.” Resul Dindar, ‘Divane’yi ve pek tabii ki Karadeniz’i anlatıyor.
Yakın zamanda Karmate grubuyla yollarınız ayrıldı. Ayrılma nedeni olarak da “Daha kendim olabileceğim bir yol istedim” demişsiniz. Aslında o değil ya… Ben aslında başta inandığım yolda diye söyledim ama asıl sebebi huzurdu. Artık dostluk, arkadaşlık söz konusu değildi, anlaşamadık bazı konularda.
Anlatır mısınız, hangi konularda?
Müzikal anlamda ve arkadaşlık ilişkisinde… İkiye bölündü grup. Beş kişi farklı düşünüyor, diğer üç kişi farklı… Bu, sahneye de yansıyacaktı. Biraz mücadele verdik ama gördük ki olmuyor. Sonuçta Karmate’ye zarar vermemek lazım. Açıkçası ben gitmek istemiyordum, artık birlikte Karadeniz’e hiçbir faydamızın olmayacağını hissettiğim arkadaşlarımın gitmesini istedim ama onlar gitmedi. Bu sefer mecburen ben gitmek zorunda kaldım. 5.5 yıl çok emek verdim Karmate’ye. “Gidiyorum” dediğimde de kimse bana “Hayır, kal, oturalım ne gerekiyorsa yapalım, çözüm yolu bulalım” gibi iyi niyetli davranmadı. Diğer dört arkadaşım da benimle birlikte ayrıldı. Toplamda beş kişi Karmate’den ayrıldık ve yine birlikteyiz. Aslında Karmate orada değil burada.
Peki ayrıldıktan sonra neler oldu?
Ayrıldıktan sonra ‘Divane’ projesine başladık. Ayrıldığım beş arkadaşımla bir yola çıktık ve ilk yapmamız gerekenlerden biri albümdü. Kendi repertuvarımız için, bir de bir arada ilk belki divane hallerimiz, belki arayışlarımız, belki yeniden oluşturmak istediğimiz düzen için… Birbirimizle çok iyi anlaşıyoruz ve bunu taçlandırmak lazımdı. O da albüm oldu.
Dört dilli bir albüm hazırlamışsınız. Türkçe, Hemşince, Lazca ve Gürcüce.
Rumcayı da ekleyelim, bir şarkının adı Rumca çünkü. Bu beş dilin sebebi Karadeniz. Orada konuşulan diller bunlar. Karadeniz böyle güzel bir yer.
Albümdeki 18 eseri nasıl tanımlarsınız peki?
Karadeniz’e yolculuk diyebilirim ama batıdan başlayan bir yolculuk; Zonguldak’tan Artvin’e… Özlem, kendi değerlerine doğru yaklaşım olarak da nitelendirebilirim. Bu arada aslında 14 şarkı yapacaktık ama sonra 18 oldu. Çok da eleştirildi bu.
Ne açıdan?
“Çok fazla” dediler, “tüketimdir bu.” Ama bence asıl tüketim bu değil; asıl o doğaya sahip çıkılması lazım, tüketim orada. Su kayboluyor, hidroelektrik santralı için ağaçlar kesiliyor. Ama hâlâ daha umut var, gelecek var, üretim var. Varken paylaşıyoruz, ileride ne olacağını kim bilir? Bundan 100, 50 belki 10 sene sonra daha kötü şeyler olabilir, belki kimliğimizi, kültürümüzü kaybedeceğiz çünkü doğa yok oldukça insan da kayboluyor; dil de kayboluyor.
Endişelisiniz, değil mi?
Tabii ki. Şu an gündemde Artvin’de maden, Sinop’ta nükleer santral ve Karadeniz’de tam sayısını hatırlamıyorum ama belki 500 tane HES projesi var. E dere kalmadı da her tarafı kuruttular! Meyve vermeyen bir elma ağacı gibi oldu Karadeniz, eskiden böyle değildi. Doğa yok oluyor, hepimiz makine oluyoruz. Yaşamaya çalışan canlılarız. Doğa ile birlikte bütün yaşayabilen, hareket edebilen canlılar değil de kimyasal yüklü canlılar…
Yeri gelmişken, albümde ‘Kanser belası’ diye bir şarkınız var.
Evet, onun bestesi bana, sözleri Kemal Çiçek’e ait… Çernobil’in kansere sebep olduğunu, dönemin iktidarı kendini aklamak için gündemde tutmadı ama hâlâ daha her evde mutlaka bir kanser hastası var Karadeniz’de, bu hastalıktan ölenler de çok. Durumumuz bu. Bu yüzden benim için çok önemli bir eser o, Karadeniz’deki kanseri anlatmaya çalıştım.
Karadeniz tarikatlarla, mafyayla da anılıyor, buna ne diyeceksiniz?
Öyle deme ya, o her yerde var. Politika her yerde var, sanatta da var artık, sporda da ve bunun önüne geçemiyorsun. Tarikat, mafya olmasın ya sevsin insanlar birbirini. Para hırsından ya da kariyer hırsından, üstün olma çabasından, kendini başka bir canlı gibi hisseden karakterler yüzünden bu hale geldik, üzülüyorum.
Bir konserde bir olayınız olmuş, bir dinleyicinize “Sus lan!” gibi bir şey söylemişsiniz. Karadeniz’in hırçınlığından gelen bir şey mi?
Sahne aldığım yerde bir kişinin bana sataşmasıyla alakalı o durum. Çevreyle ilgili bir şeyler söylüyordum. Sahnenin yanında Fırtına Deresi, o dere üzerinde rafting yapılıyor ama 3 kilometre yukarıda da HES projesi var. “Burada rafting şenlikleri yapılıyor, bu dere bu kadar güzel akıyor, tam da yanında sahne kurmuşuz. Ne kadar güzel her şey ama HES’ler kuruluyor, ne gerek var?” diyordum. Bir de organizasyonda eksiklikler vardı, onları anlatıyordum. Tam o esnada biri çıktı, “Konuşma lan, şarkı söyle!” deyince benim şalterler attı. Bu, hakarettir! Orada sadece şarkı söylemek, eğlendirmek için bulunuyor değilim ki. Konuşmam da lazım; belki derdimi anlatacağım, belki özlemimi dile getireceğim, biz konuşmayalım mı? Ben de aynı şekilde cevap verdim: “Konuşma lan hasta etme adamı!” dedim. O kadar doğal ki her şey, bu kadar büyütülmesinin anlamı yoktu.
Kaynak: Radikal
Röportaj: İpek İzci